Masada oturan arkadaşım adeta kıvranıyordu, "Yaa arkadadaş ne elektrik ne de su parasını yatırabildik. Yarın, bigün kesmeye de gelirler. Gelene gidene bir ikramda da bulunamıyoruz çünkü çay alacak para da yok!"
Kuzey Londra'daki Türk-İslam dernekleri çoğu zaman maddi sıkıntı içindedir. Üyelerin çoğu işsiz gençler olduğu için kimse aidat falan ödemez.
Maraşlı Bayram, aynı cadde üzerinde bulunan Türk esnaflarını dolaşmış ama yine de faturaları ödeyecek kadar yardım toplayamamıştı. Bayram o bölgede tanınan bir isimdi. Bir keresinde PKK'lı 20 kişilik bir grup sopa ve bıçaklarla derneğe saldırdığında Bayram duvarda çapraz asılı duran kılıçlardan birini kapmış en ufağı 2 metre olan PKK'lıları 100 metre kadar kovalamıştı. Tabi kılıçların aslında süs olduğu ve uçlarının keskin olmadığı sonradan keşfetmiş Tanrı'ya dualar etmişti.
Yokluk günleri devam ederken bir akşam kapıyı "Göbek Selahattin" çaldı. Selahattin Abi'nin "göbek" lakabını alması 40 yıl öncesine dayanır. Selahattin Abi İngiltere'ye ilk geldiği gün gümrük memurunun önünde sıraya girer. Memurun masası ile yolcular arasındaki yaklaşık 1 metrelik mesafade bir kırmızı çizgi vardır ve insanlar bu kırmızı çizginin ardında sıraya girmişlerdir. Doğal olarak sırası gelen kırmızı çizgiyi geçer ve memurla görüşür. Sıra Selahattin Abi'ye geldiğinde kırmızı çizgi falan dinlemez, masaya kadar gelir. Sinirlenen gümrük memuru sürekli "Go back" (go bek) yani "Geriye git" diye seslenir durur. Tabi Selahattin Abi İngilizce bilmediği için bu uyarı defalarca tekrarlanır. Sıranın daha arkalarında bulunan diğer Türkler hemen lakabı uydurur "Gobek Selahattin"... Tabi "gobek" zamanla "göbek" olur. Göbek Abi parayı pek sevmez, o yüzden eline hiç almazdı. Kuzey Londra'da kimseye bir bardak çayı nasip olmamıştır.
O akşam Maraşlı Bayram ile dernekte çaresiz otururken Göbek Abi kapıda beliriverince şaşırmıştık.
"Aman çocuklar!" dedi sitemkar bir sesle "Aşk olsun sıkıntınız varmış, neden abinize söylemiyorsunuz. Kapı komşusuyuz, burada birbirimize sahip çıkmak zorundayız. Verin bakayım şu faturaları!" Yanaklarımızdan öptü aldı faturaları, çıktı gitti.
Bayram'la bir müddet bakıştık. Tam bir şok yaşıyorduk. Telefonlara çıkmayan, kapı komşu olduğumuz halde bizim binaya bir kez bile kafasını çevirip bakmayan Selahattin Abi...
PKK'lılar derneğin bulunduğu sokakta Türk esnaftan haraç alamaz, zorla dergi ya da gazete satamazlardı. Londra'da ne kadar işsiz, parasız, arıza çıkarmaya müsait ama maneviyatı güçlü delikanlı varsa hepsi derneğe takılırdı.
Maddi sıkıntılar yüzünden dernek düzenli olarak hergün açılıp kapanamıyordu. Yine kapalı olduğu günlerden birinde sokağa gelen bir grup 55 yaşındaki Selahattin Abi'yi kendi kahvehanesinin içinde iyice eskitmiş. Selahattin Abi'de yardımlaşma ve tesanüt duygularının bir anda yeşermesinde, aldığı darbelerin etkisi olduğu söylenir. Neyse...
Bir pazar günü durduk yere size Londra'da yaşadıklarımı anlatmamın sebebi, geçtiğimiz günlerde, ne pahasına olursa olsun, yurtdışına gitmeyi arzulayan bir gençle yaptığım sohbet.
70 ve 80'li yıllarda Avrupa, Türklere iyi fırsatlar sundu. Ağır şartlarda, horlanarak çalışmayı göze alanlar kendilerine küçük servetler yapmayı başardı. Ama artık işler eskisi gibi değil. Şartlar daha da ağırlaştı. Bir Türk'ün çalışma izni alması neredeyse bir mucize. İşgücü piyasasında artık ağırlıklı olarak doğu Avrupa ülkeleri vatandaşları var. Yani masada bize yer kalmadı.
Öte yandan Türkiye'de işler iyiye gidiyor artık. Birinci sınıf vatandaş olduğun bir ülkede başaramadığını 4'üncü veya 5'inci sınıf vatandaş olarak görüleceğin bir ülkede nasıl başaracaksın?
İyilikle kalın...